Feyizoglu, ayrinti avcisi bir insan. Gercegi cok yönlü, derinlemesine aciga cikarma isine, dikkati cekmeyen ayrintilardan basliyor. Kusku duymak, israrla desmek, bikip usanmadan sormak, karsi tarafi biktirircasina ve de kacirircasina sigaya cekmek. Konu, S6871
kusaginin sistem tarafindan yok edilen liderlerinin yasami olunca Feyizoglunun bu illet sorguculugu ise yariyor, daha bir anlam kazaniyor. Sinif mücadelesinin enkaz altinda kalan pirlantalarini aciga cikarma isidir bu. Kolay degil.
Feyizoglunun dili durudur. Zorlanmadan, pürüzlere takilmadan okuyoruz. Okurken, Bu dokuda bir sey eksik galiba, diye sormaktan da kendimizi alamiyoruz. Tanrinin insanliga estetik incelik, sasirticilik, büyü, siirsel öz-kisa söz denilen nesneleri dagitirken, Feyizogluna
haksizlik ettigini, Onu okuyup bitirdigimizde anlar gibi oluyoruz.
Büyük insanlik icin ölen insanlarin tek yönlü yüceltilmesi, dinlerden, kahramanlik efsanelerinden bize kalan bir mirastir. Bu mirastan kopamiyoruz. Bu miras bizi yiyip bitiriyor, bizi götürüp bilimin karsisina dikiyor. Bu miras bizi ölen insana ve kendimize yabancilastiriyor. Feyizoglunun feyizli bir tutumu da böylesi bir mirasin etkisi altinda az kalmis olmasindadir.
Ölümsüzlük diye bir sey yoktur. Insan ve insanlik bugün var, yarin yoktur. Önemli olan, anda, yani alinan her solukta ne yaptigimizdir. Yaptiklarimiza tapmamamizdir. Hiclesmeye ya da ölüme en yakin sey, tapma eylemidir. Sadece bu kitabi degil, tüm kitaplari ön yargilardan, tabulardan arinmis, kuskucu, merakcil, objektif bir kafayla okumaliyiz. Kendi teorik yaraticilarini, kendi özünde asma potansiyeli tasimayan hicbir devrim uzun soluklu olamaz.
Dilegim, bu kitabin da benzeri kitaplar gibi, uzun soluklu devrimlerin ocaginda bir kivilcim ya da bir alev damari olmasidir.
Muzaffer Orucoglu