Insan sevinince silah sikar, islik calar, bagirir, sapkasini havaya firlatir. Ben de o anda avucumun icinde bulunan sehir tasini havaya firlatmistim. Iki elimi birlestirip yakalamak icin düsmesini bekledim; dikkat kesilmeme ragmen, havada görüp avuclarimla yakalamam mümkün olmadi. Yakinlarda bir yerde Stip diye bir ses geldi. Sehir tasinin toprakla bulusmasini haber vermisti bu hafif ses. Ancak sesin geldigi yeri bir türlü tespit edemedim. Diz üstü cöküp kücük bir harman büyüklügündeki yeri avuclarimin iciyle, parmaklarimla ince ince yokladim. Ancak sehir tasini bir türlü bulamadim.
Beni birakip tarihteki yerine gitmis, iki bin yil öncesine ait sehrin topraklari arasinda yok oluvermisti sanki.
Bes yili askin bir süre arkadas olmustu bana. Sehre acilan bir kapi, medeniyeti gösteren bir isik gibiydi. En üzüntülü zamanlarimda, günes huzmeleriyle bütünlesen parlakligi, ümide dogru acilan bir yol olmustu. Tam da hayatimi etkileyecek iki önemli müjde almisken; SArtik ben devreden cikiyorum, benim geldigim sehirden daha büyük yerlere gidiyorsun. der gibi, topraga karisip gözden kaybolmustu.
Bir daha görünmek icin, ya kuraklik tehlikesinden sonra üstüne düsecek bir damla yagmur veya caresizlikten aglayan gözlerden dökülecek bir damla gözyasi gerekecekti belki de. Kim bilir